Renk; gözlerimize ilk değen, bir şeyi fark ederek gördüğümüzde ve o’nu tecrübelerimizle birlikte tanımlamamız da varlığını kabul ettiğimiz ilk kavram olduğunu kabul edebiliriz.
Yaşadığımız topluma dair kültürel birikimlerimiz ve gereksinmelerimiz, gördüğümüz renklere doğal çağrışımları arasında bağlantı kuracağımız anlamına gelir. Bu tür çağrışımlar, renkleri üzerinde taşıyan bir nesne veya bir tasarım karşısında nasıl bir tepki vereceğimiz hakkında bir fikri tecrübelerimizden edindiğimiz bilgiyle oluşturur.
Renkler anlamlarıyla birliktedirler, buna verdiğimiz tepki de kültürel çağrışımlar, eğilimler, yaş ve bireysel tercihlere dayanır.
Renk, insanlığın doğuşundan beri bilinen bir olgudur. Herhangi bir objenin üzerinde bulunması o objenin kişiler arasında bıraktığı etki ve çağırışımlar da farklılıklar gösterir.
Renk görsel bir dildir.
Renkler ile bir duygu dışa vurulabilir. Bir objeyi ikaz etmek ya da uyarmak için kullanılabilir hatta bir objenin kendine has biçim ve ölçüleri arasında farklılıklar bile gösterebilir. Bu ise rengin tanımlayıcı ayrıcalığıdır.
Işık en basit tanımıyla, şekli ve rengi oluşturan bir tür elektromanyetik enerjidir.
Güneş tarafından çeşitli dalga boylarında üretilen bu enerji, nesnelerden yansıyıp gözümüz tarafından algılandığında ışığı görmüş oluruz.
Renk, ışık ile ayrılmaz bir bütündür.
Işık kırıldığı saniyeden sonra çeşitli renkler ortaya çıkmaktadır. Dünyamız da çevremizde bulunan ve görebildiğimiz hemen her şey ışığın yansımasıyla oluşmaktadır.
Işık bir cisme çarpana kadar ya da yansıyana kadar hiçbir şekilde göze görünmez. Dolayısıyla bir renk algıladığımız zaman aslında algıladığımız şey ışıktır.
Işık bütün renkleri bünyesinde bulundurur ve her şeye renk veren unsurdur. Işık, renk tayfındaki bütün renkleri bünyesinde bulunduran bir olgudur.