Ekspresyonizm

Empresyonizm, Kübizm, Fütürizm gibi akımlar, her biri başka açılardan birer dünya görüşünü ifade­ledikleri halde, asıl anlamları getirdikleri teknik ye­niliklerde idi.

Oysa Ekspresyonizm;belli bir tekniği değil, özellikle kuzeydeki soğuk topraklardaki memleketlerin sanatçılarına has bir tutumu ifade eder.

Ekspresyonizm resimde lirik, coşkun, kâh karikatürsel olacak kadar eğrilip bükülmüş formların, kâh dramatik bir havaya büründürülmüş bir atmosferin resim plânına geçişidir.

Ekspresyonizm için her ko­nu, her tema başlı başına, “egosantrik” bir anlam ta­şır.

Bu akım ötekiler gibi form, biçim güzelliğini ko­valamaz ve tablonun renkleri ile çizgileri arasında gö­ze uygun görünecek bir denklik, bir düzen bulma amacını gütmez.

Plastik güzellik, bütünlük Ekspres­yonistler için bir son, bir finalite değildir.

Önemli olan;

Konuyu, kıvrak, sinirli, biçimleri tırmalayan, sanki anatomi masasında bir bir deşen çizgilerle, disiplinsiz fırça vuruşlarıyla canlandırılan sert, çiğ, yüksek perdelerde haykıran renkleri barıştırmaktır.

Bu bakımdan, yukarda da belirttiğimiz gibi. Eks­presyonizm, plastik olmaktan fazla karikatüral bir akım olmuştu.

Ama bu karikatüral mübalâğa, gül­dürücü olmaktan uzak, aksine, çok kere trajik, dra­matik idi.

Ekspresyonistler kadın vücudunu pervasız­ca çirkinleştiriyor, insan yüzlerini korkunç, iğrenç ifadeli karnaval maskeleri haline getiriyorlardı.

Bu bakımdan Ekspresyonizmi Sürrealizmin korkulu rü­yalarına yaklaştırmak mümkündür.

Ekspresyonizmin temelini atan Norveçli ressam Edward Münch’dür. Kierkegaard’ın mariz felsefesine tutkun Münch, 1892 de Berlin’de açtığı bir sergi ile devrin donmuş, akademikleşmiş havasını birdenbire karıştırmıştı.

Münch korkulu rüyaları, gece yanla­rında haykıran kadın figürlerini, yalnızlığı, ölümü, sonsuzluğa uzanan ıssız yolları, insanlığın acı duygu­larını tablolarında, çok mariz bir şairanelikle, canlandırıyordu.

Yunan – Roma sanatının artık donuklaşmış formüllerini tekrarlayan Kuzey Avrupa çevreleri Münch’ün resim sanatına getirdiği bu bambaşka ha­va karşısında sarsılmışlardı.

Bu sarsılış, özellikle Almanya, Skandinavya, Hol­landa, Belçika gibi memleketler sanatçılarına bir ye­niden doğuş, bir Rönesans etkisini verdi. Münch’ün önderliği altında yavaş yavaş gelişen Ekspresyonizm, Kuzey Avrupa sanatının belli başlı bir akımı oldu.

Daha sonraları, Sigmund Freud’un psikanaliz üstüne araştırmaları Ekspresyonistlere etki alanlarını daha da genişletme imkânını sağladı.

Freud insan ruhunun derinliklerini, seksüel komplekslerini deş­mek istiyordu. Buna paralel bir araştırma resimde mümkün olmamakla beraber Ekspresyonizm, figür­lere, yüzlere verdiği korkunç, endişeli, çalkantılı -obsessionel- ifadelerle kendine göre psikanalizdik bir ka­rakter veriyordu.

Avusturyalı Oscar Kokoschka’nın tablolarında canlandırdığı yeşil yüzlü garip, çok kere korkunç figürler Freudizm’in sanat planındaki en il­ginç örnekleridir.

1928 de Meksika’da başlayan ve günümüze kadar bir çok değerli ressam yetiştiren Meksika ekolünün belli başlı temsilcilerini birer Ekspresyonist olarak ele alabiliriz. Diegog, Rivera, Oroszco, Siqueros, Ruffino Tamayo gibi Meksikalılar, Brezilyalı Segal, Portinari halk kitlelerinin sevgilerini, acılarını, ölümle pençeleşmesini dile getirdiler.

Belçika’da Permeke, Gustave de Smet, Van der Berghe, James Ensor, Almanya’da Emil Nolde, Kirchner, Georges Grosz, Max Beckmann, Hollanda’da Sluyters, Charley, Toorop, Fransa’da Gromaire, Soutine, Georges Rouault bu akımın belli başlı temsilci­leridir.

Boyuna görüş, üslûp, teknik değiştiren Pablo Picasso bazı büyük kompozisyonlarında kudretli bir Ekspresyonist olmuştur.

Picasso’nun bu stilde vücuda getirdiği en dikkate değer eseri büyük “Guernica” kompozisyonudur.

İspanyol sivil savaşının bar­barlığını, yırtılıcılığını bu büyük pentüründe dile getiren Picasso Ekspresyonist akımının şaheserini sa­nat tarihine mal etmiştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir